Belçika,Fransa, Almanya, Lüksemburg ve Hollanda ile komşu olan Avrupa’nın kuzeybatısında bir ülke.Adını Kelt ve Cermen karışımı bir halk olan Belgae’lerden almış. Tarihiyle, müzeleriyle, Orta Çağ mimarisinin eşsiz eserleri, festivalleri ve elbette çikolata kokulu sokaklarıyla ün salmış.Öte yandan NATO ve Avrupa Birliği’nin de başkenti olması ülkeye stratejik açından da oldukça önem kazandırmış.
Belçika,Küçük bir ülke olmasından dolayı bir yerden bir yere gitmek oldukça kolay,zaten şehirler arasında genelde tren, şehir içi ulaşımda otobüs, tramvay ve metro ağı ile oldukça rahat ulaşım seçenekleri de mevcut. İsterseniz her yerde kiralayabileceğiniz bisikletlerle de keyifli şehir turları yapabilirsiniz.
Belçika’ya dair gezi planınıza Brüksel’den başlayabilirsiniz .Brüksel’in kalbinin attığı ve etrafının 13. yüzyıldan kalma yapılarla dolu olan meydanı Büyük Pazar Meydanı yılın her dönemi kalabalık ve türlü konser ve kültürel organizasyonun ilk adresi. Meydanda birkaç yılda bir yapılan çiçekten halı ise denk gelirseniz oldukça keyif veren bir görsel. Şehrin merkezinde Gotik mimarinin en naif örneklerinden biri olan ve döneme ait değerli eşyaların sergilendiği şimdilerde müze görevi gören St. Michael ve St. Gudula Katedrali görülmeye değer .Hendrik Frans Verbruggen’in yaptığı ahşap minber ise katedralin en çok ilgi çekici yerlerinden.
1958’de Expo 58 fuarı için yapılan, Andre Waterkeyn tasarımı 102 metre yüksekliğinde, dokuz çelik kürenin birleştirilmesi ile oluşan Atomium ise Brüksel’in simgelerinden biridir.
Brüksel denince ‘İşeyen Çocuk Heykeli’ni görmeden olmaz.1619’da Jerome Duquesnoy tarafından yapılan ancak,defalarca çalındığından tekrar tekrar yeniden yapılmış Brüksel’in bir başka simgesi bu 61cm yüksekliğindeki heykel. Şehirdeki efsanelere göre kimilerinin bir yangın felaketini engelleyen cesur bir çocuğu simgelediğini söylediği,kimilerine göre ise bir bomba fitili üzerine işeyerek söndüren çocuğun anıtı bu heykel.Bazı kutlamalarda bira akıtılan heykele özel günlerde ise gardırobunda bulunan kıyafetlerden birisi giydiriliyor. Şehrin ünlü meydanı Grand Place’ın da oldukça yakında bulunan bu heykel keyifli bir gün için görülmesi gereken Brüksel noktalarından biri.
Brüksel’e gitmişken 96 metrelik çan kulesi ile Grand Place meydanındaki en görkemli yapılardan olan Hotel de Ville’i yani Brüksel Belediye Binası’nı da mutlaka görmenizi öneririm.1402-1420 yılları arasında inşa edilmiş bu Gotik yapı ön kısmında gerçekleri Kent Müze’sinde sergilenen heykelleriyle de oldukça ilgi çekici.Kulenin altındaki şeytanı alt eden Aziz Mikail heykeli ve dış yüzünde soylular ve azizleri betimleyen süslemeleriyle Hotel de Ville şimdilerde komün meclisi olarak kullanılmakta ve kraliyet ailesinin özel günleri ya da kutlamalara ev sahipliği yapmakta.
Belçika’nın keyifli gezi lokasyonlarından biri de Ghent. Brüksel’den başladığınız gezinizi Brugge’e doğru ilerletirseniz arada bu sürpriz noktaya ulaşabilirsiniz. Belçika’nın Flaman Bölgesi’nde Schelde Nehri ve Lys ırmaklarının birleşiminde kurulmuş Orta Çağ’da Kuzey Avrupa’nın en büyük,en zengin şehirlerinden biri olan Ghent şimdilerde limanı ve üniversitesiyle Belçika’nın önemli şehirlerinden biridir.
Ortaçağ’dan kalma geçmişte adliye,cezaevi hatta fabrika olarak kullanılmış,1180’de Kont Philip tarafından inşa ettirilmiş Leie Nehri’nin kıyısındaki Kontlar Kalesi (Gravensteen),günümüzde ise hapishane olarak kullanıldığı dönemdeki işkence ve idam eşyalarının sergilendiği kasvetli bir müze.
Ghent’in ilgi çekici yapılarından biri ise Aziz Bavo Kadetrali.89 metrelik kulesiyle zamanında halkı herhangi bir kriz, felaket ya da düşman saldırılarına karşı uyarmak için kutlanılan katedralin içerisinde önemli sanat eserleri de bulunmakta.942 ‘de Vaftizci Yahya’ya adanmış olan St. John Şapeli’ne yapılan Romanesk ve Gotik eklemelerle günümüzdeki görünümünü almış olan Aziz Bavo Katedrali (Sint Baafskathedraal), duvarlarında ilk yapıldığı dönemden kalan çok sayıda freskleriyle de görülmeye değer.
1313’ de şehrin bağımsızlık simgesi olması adına yapımına başlanan ama gerek savaşlar, gerekse şehrin idarecilerinin değişmesiyle ancak 1380 yılında tamamlanabilen Ghent Çan Kulesi, Unesco Dünya Kültür Mirasları listesinde de yer alan yapılardan biri.Şehrin yangınlara ya da olası kuşatmalara karşı izlenmesi için kurulmuş kule,şimdilerde Ghent’in misafirlerine şehri yukarıdan izleyecebilecekleri harika bir seyir terası görevi görmekte.
Ghent’ten bir sonraki durak ise,Belçika denince benim aklıma ilk gelen Ortaçağ’dan kalma bozulmamış mimarisi ile masalsı Brugge.
Günümüzde ulaşım ve turistik gezi amaçlı kullanılan kanalları, XII. yüzyıldan kalma malikaneleri,çiçek pazarlarları, enfes çikolatalarıi dantelleri ve yüzlerce çeşit kendine özgü tadlardaki biralarıyla Avrupa’daki en romantik rotalardan Brugge.
Brüksel’deki Merkez Tren istasyonundan yaklaşık bir saat süren bir yolculukla ulaşabileceğiniz Brugge’de bir yürüyüş yapmadan geçmeyin diyeceğim Koning Albertpark,kırmızı rengiyle sizi çeken ve güzel etkinliklere sahnelik eden Concertgebouw, Ortaçağ’dan kalma mezarlar ve hazine odasında ünlü Flemenk ressamların eserleri bulunan 10. yüzyılda inşa edilmiş Sint-Salvatorskathedraal, Belfry Kulesiyle dikkatimizi çeken ve fayton gezintileri de yapabileceğiniz Markt (Market Square),Brugge biralarının tarihine bir yolculuk yapabileceğiniz Bruges Beer Museum, binalarında Gotik, Rönesans ve Neo Klasik mimarinin uyumuyla ve ihtişamlı Belediye Binası (City Hall) ile sizi etkileyecek The Burg Meydanı,adeta kartpostallardan çalıntı manzarasıyla belki de Brugge denince ilk aklınıza gelecek Quay of the Rosary, ağaçlarının gölgesinde biraz dinlenip suyun sesiyle huzur bulacağınız Koningin Astrid Park, flaman ekspresyonizmi ve savaş sonrası modern sanatın başyapıtlarına da yer aldığı Groeninge Museum, yolcular, fakirler ve hastalara hizmet verebilmek için inşa edilmiş neredeyse sekiz yüzyıllık bir geçmişiyle, Ortaçağ’dan kaçıp gelmiş gibi görünen etkileyici bir hastane ama şimdilerde müze olan Saint-Janshospitaal,taş bina sanatının en üst noktalarından inşası iki yüzyıl sürmüş,Michelangelo’nun Madonna ve Çocuk adlı mermer bir heykeline ev sahipliği yapan muhteşem Church of our Lady (Église Notre-Dame),rahibelere ve kendini dine adamış kadınların yaşamış olduğu beyaz renkli evleriyle Begijnhof (Beguinage) ve babasının sevdiği kişi ile evlendirmemesi sonucu kaçan sonrasında asıl sevdiği Stromberg tarafından ölmek üzereyken bulunması ve ardından ölümü ile Göl’e ismini vermiş Minna’nın buruk ve romantik hikayesiyle anılan Minnewater (Lake of Love) Brugge ‘e dair görülmesi gereken yerler arasında.
Kendi usullerine göre tencerede haşlanmış midye,patates kızartması ve bira üçlemesini bol bol göreceğiniz yemek alışkanlıklarında, tatlı olaraksa waffle vazgeçilmezlerden. Belçika ve Brugge’de türlü biraların mutfaklarının temel taşlarını oluşturduğunu söylemek yersiz olmaz sanırım, yine Belçika birası eşliğinde Fransız karidesi de Kuzey’in Venedik’i denilen şehrin en çok tercih edilenlerden.
Yemek zevkleri belki bizim damağımıza çok hitap etmese de çikolata kokulu dar sokakları,ihtişamlı Ortaçağ’dan kalma binaları,çiçekleri,enfes manzaralarıyla Brugge gerçekten aşkın masalsı şehri.